Olağan Hikaye (10. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Hikâyeler Denizinde Çalkalananlar!
Bir hikâyeler denizindeyiz. Dalgalanıyor, çalkalanıyor
ama diğer taraftan hep aynı hikâyenin uğultusu kulaklarımızda
çınlıyor. Bergson’un “canlı şuurumuzun her anında
geçmişin bütün şuur halleri çınlar, geleceğin sesleri
duyulur.” sözünü düşünürsek hikâyelerin sesini daha iyi
duyabiliriz. Bu sakin deniz, yaşadığımız zamanın fırtınaları
çoğaldığında daha bir çalkalanmaya başlıyor. Derinlerdekini
yüzeye çıkarıyor fırtına, yüzeydekini derinlerde
yok edebiliyor. Bakıyoruz ki bir destandan arta kalan bir
parça, tıpkı buzdağından kopmuş bir kütle gibi yüzmeye
başlıyor. Derinlerde gömülü ne varsa bir parçasının denizin
yüzeyinde dalgalanmaya başladığını görüyoruz.
Bu çalkalanışı kim duyacak, kim görecek? Denizin derinlerinden
yüzeye çıkan eski zaman parçalarını alelacele bir
araya getirip bir çocuk heyecanıyla “ Bakın ne buldum?”
diye etrafa göstermek isteyen eklektik posmodernist anlatıcılar
mı? Olan biteni umursamayan ve dahi denizde
olduğunu bile fark etmeden gelgeç gündelik görüntülere
avlananlar mı?
Geçip gideni eski şekliyle derinlerden yüzeye çıkarmaya
çalışmak denize başkaldırmaya benzer. Beyhude gayret...
Yüzeye çıkan parçalarla yapboz oynamaksa ancak bir çocuğu
mutlu eder, postmodern anlatıcı da biraz çocuksu
değil mi? Peki geriye ne kalıyor? Denize dalmak... Bu dalış
bütün bir olup biteni zerrelerine kadar hissetmenin yükünü
taşımaya da gönüllü olmak demek.
Edebiyat tarihinin sayfalarına baktığımızda bütün büyük
romancıların, hikâyecilerin bu cesareti gösterdiklerini görüyoruz.
Türk Edebiyatı’nda da bu denize girenler oldu.
Ama hiçbirisi postmodern anlatıcının ucuzluğuna kaçmadı.
Biz bu sayıdan itibaren diyoruz ki gelin denize dalma
cesareti gösterelim. Büyük fırtınalar, küçük çalkalantılarla
başlar. Veya bırakalım. Elindeki yapbozdan sevindirik
olan çocuk şakraklığıyla gevrek gevrek gülmeye devam
edilsin. Hikâye sizin, hikâye bizim... Bu sayıdan itibaren
“hikâyemiz” diyoruz.