Dil ve Edebiyat (92. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Editörden
Hüseyin ALTUNTAŞ
[email protected]
Değerli Okuyucularımız! üÜlkemiz bir edebiyat dergisinin bile değinmeden
geçemeyeceği çok vahim bir badireden
kurtuldu. 15 Temmuz 2016 gecesi, özgürlüğünü
ve insanlık onurunu korumak üzere ayağa
kalkan milletimiz, üzerine yağan mermilere aldırmadan
darbe girişimcilerinin meşum niyetlerini kursaklarında
bıraktı; açıkçası, evrensel değerde bir özgürlük destanı
yazdı. Nicedir yüz ağartıcı zaferlere hasret İslam ümmeti,
milletimizin bu cesur, fedakârane, her saniyesi candan,
maldan ve evlattan feragat sahneleriyle dolu kutlu
direnişiyle heyecanlandı, gururlandı. İnsanlarımız “Müslüman
toplumlar sadece iç savaşların, çatışmaların, şiddet
ve acımasızlıkların öznesi değilmiş; bunları önleyebilecek
kahramanca direnişlerin de sahibiymiş hissiyle kendine
geldi; ümmetin makûs talihini değiştirebileceği özgüvenini
kazandı. Yüce Allah bu kutlu direnişte canlarını feda
edenlere rahmet ve bağışıyla muamele etsin!
İslam toplumlarının temel sorunlarından bahsederken
zaman zaman en büyük handikabın tefekkür eksikliği
olduğunu dile getirir, bu eksikliği gidermek için ülkece,
ümmetçe, cehalet denen kör düşmanın bertaraf edilmesi,
genç nesillerimizin başta sahih bir itikat ve dini anlayış olmak
üzere kültür, sanat ve edebiyat gibi beşeri donanımlarla
teçhiz edilmesi gerektiği üzerinde dururduk. Evet, son
karşılaştığımız ve çok şükür selametle atlattığımız darbe
girişiminden sonra, bu yöndeki çabaları daha yoğun bir
şekilde sürdürmemiz gerektiği bir kez daha ortaya çıktı.
Ülkemizin zekâca en iyi durumdaki birçok genci, yıllar
önce zekâlarını İslam’ın olmazsa olmazı olan tefekkürün
emrine değil de doğrudan doğruya sırcı, takiyyeci bir yapının
kullanımına vererek adeta bilim kurgu filmlerindeki
androidler gibi davrandılar. Akıl ve tefekkür melekelerini
körelttikleri için de milletin imkânlarıyla yetişip atandıkları
devlet görevlerini bu meşum yapının istekleri doğrultusunda
kullandılar. Neden böyle yaptılar?
Artık bu kalkışmaya motivasyon sağlayan temel nedenlerin
ilahiyatçılarımız, psikolog, sosyolog ve psikiyatrlarımız
tarafından bilimsel bir gözle ve kılı kırk yararcasına bir dikkat
ve özenle tahlil edilmesi gerektiği bir aşamaya gelmiş
bulunuyoruz. Devletimizin emniyet güçleri ve yargısı hain
kalkışmanın kriminal boyutuyla ilgilenirken özellikle İslam’ın
tefekkür emrinin ilk muhatabı olan din bilginlerimizin de
bu “mesihçi/mehdici/ilahi kurtarıcılı” din anlayışını besleyen
bilgisizlik alanını aydınlatmaya başlamaları gerekiyor.
Gençlerimizin Kur’an dışı bir zeminde yeşerip büyüyen bu
tür sırcı, takiyyeci dini akımlara kapılmalarının başat sebebi,
doğru, sahih ve sağlıklı bir itikatla yetişmelerini sağlayacak
yeterli din eğitimi almamalarından kaynaklanıyor.
Sadece Türkiye’de ve Müslüman toplumlarda değil,
Yahudilik ve Hristiyanlıkta da benzer oluşumlar yaşanmıştır.
Literatürde “messianic [mesihçi]” hareketler olarak
ifade edilen bu dini akımların temel özelliği, insanın
doğasına kodlanmış olan inanma ihtiyacının istismarını
teşvik eden dayanaksız dini yorum ve kabullere dayanmalarıdır.
Özellikle Müslüman toplumlarda; vahiy kesildiği,
peygamberlik müessesesi sona erdiği halde ilham
adı altında devam ettirilen “ilahi bildirim” inancı ile peygamberlere
ihsan edilen mucizeler sona erdiği için onun
yerine ikame edilen “keramet” doktrini ortaya bir “kutsal
adam” anlayışı çıkarmıştır. Kur’an’da hiçbir dayanağı,
Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının hayatlarında hiçbir
örneği olmadığı halde; tefekkür sürecinden geçirilmemiş
menkıbe düzeyindeki gayri ilmi kitaplar vasıtasıyla
bu kutsal adam anlayışı Müslüman toplumların bilincine
kazınmıştır. İnsanlara “Ben de sizin gibi bir beşerim.
Bana sadece tanrınızın tek bir tanrı olduğu vahyediliyor
(Fussilet/6, Kehf/110).” demesi emredilen bir Elçi’nin ümmeti
içerisinde, doğrudan söylenmese bile dolaylı bir
dille mucize benzeri kerametler gösterdiği, ilahi ilhamla
kalpleri okuduğu, geceleri Elçi ile istişarelerde bulunduğu
iddia edilen bir sürü kutsal adam türemiştir. Bu kutsal
adamların ne yapacakları, ne edecekleri, insanları nereye
yönlendirecekleri asla öngörülemez. Yazdıklarında, anlattıklarında
doğrularla yanlışlar, hakikatle gerçek dışılıklar
bir aradadır, iç içedir. İnanç ve yaşam doktrinleriyle kimi
zaman topluma yararlı zannedilseler bile, zekâ ve kavrayışlarına
kutsallık yakıştırılmasından kaynaklanan eleştirilemezlik
ve öngörülemezlik, toplumlar için her zaman
bir tehlike ve tehdit kaynağıdır. Bu tehdidin dinî kardeşlik
ve dayanışma bilincinde meydana getireceği bir zedelenme,
topluma güvensizlik ve ayrışma tohumları ekebileceği
için mutlaka önlenmesi gereken bir olasılık olarak
görülmelidir. Çünkü millet olarak bu topraklar üzerinde
özgür ve bağımsız yaşayabilmemizin temel garantisi bu
kardeşlik bilincimizdir.
Bu sayımızda da sizi çeşitli şiir ve yazılarımızın yanı
sıra bu meşum kalkışmaya verilen destansı karşılıkla ilgili
makalelerle baş başa bırakıyoruz.
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…