Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (195. Sayı)

Dergi Ücreti : 18 ₺

Son Normal İnsanlar Çağı 
ÜZEYİR İLBAK

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde maruz kaldığımız dijital bilişim çağı, insanlığı yeni ve derinliksiz bir hayatla tanıştırdı. Çılgın ve muhtevasız bir iletişim çağı yaşanırken, insanlık ve insanî değerler hızla irtifa kaybetti. Nesillerarası iletişim ve diyalog hızla kayboldu. Aile içi ilişkiler yapay ve rutin bir hâl aldı. Aileye mensup her bir fert, bireysel bir yaşama biçimini seçti ve kalabalık dijital bir mahallede, malumatfuruş ekranlarda insanlık tarihinin en yalnız varlığı olarak vehimlerle yaşamayı seçti. Yaşadığımız çağ, insanlığın medeniyet arayışlarının ve medenîleşme çabalarının insanlık tarihindeki en belirsiz ve öngörülemez evresi. Hayatımıza AI "(Artifişıl İntelicıns -Artificial Intelligence-)"/ “yapay zekâ” olarak giren ve son olarak da hayatımızı kontrol etmek üzere Çin’den bir meydan okuma aracı olarak piyasaya sürülen DipSek (DeepSeek) açık kaynak olarak evimize, ofislerimize ve cebimize girdi. Alanla ilgili olanların “Açık kaynaklı modeller arasında lider konumda ve küresel olarak en gelişmiş kapalı kaynaklı modellere rakip” olarak tanımladığı bu yapay yazılım, dünyanın en büyük yapay kültür(!) üreticisi olarak da diğerleri gibi insanlığı bir çıkmaza sürüklemek üzere elektronik cihazlarımızda yerini aldı. Bir sayfalık standart kelimeler yığını karşılığı zihnimizi, aklımızı, idrak ve kavrayış kapasitemizi; inanç, kültür-medeniyet, tarih, coğrafya aidiyet şuurumuzu, gönül dünyamızı, hissiyatımızı … kontrol etmeye başladı. Çok yeni olmasına rağmen pek çoğumuzun kutsadığı bir kıblegâh olmaya başladı. Bu konuda çok fazla bilgi sahibi olmadan, adı geçen sistemlerin ürettiği malumatla edindiğimiz ve tefekkür etmeden benimsediğimiz yapay fikirlerle dahil olduğumuz yapı, insanlığa ne ile nasıl bir hayat vadediyor? Bütün marifeti insan zekâsını taklit ve insanlığın birikiminin aktarıldığı bilgi ve düşünce havuzundan derleme yapmak olan AI (yapay zekâ), havuza giren yeni verilere göre tekrarlı olarak kendini yenileme numarası yapan sahtekâr zekâ sahibi insanların en kötücül yeni icatlarından biri. Uzun süredir iletişimi bir vatsap (whatSapp/X), İnstagram ve MSN mesajına indirgendiğimiz bir zaman aralığında yaşıyoruz. Sevinçleri, üzüntüleri, mutlulukları, yıkımları, inşaları, doğum ve ölümleri birilerinin hazırladığı ve bize dair hiçbir duygu kırıntısı taşımayan ekran alıntıları ile iletişim(!) kuruyoruz. Ev içinde çocuklarımızla da bu zamazingo ve zımbırtılarla haberleşmeye başladık. Odasında, kulağında kulaklıkla ekrana baktığından emin olduğumuz çocuğumuza seslendiğimizde bizi duymayacağını, fakat ekrandan göreceğini biliyoruz. Bu iletişim aldatmacasının bile bize, neleri kaybettirdiğini hiç tefekkür ettiniz mi? Neyin bedelini, ne ile takas ediyoruz? Merhamet ve evlat sevgisi sesinin ekrana düşme ihtimali var mı? Yapay zekâ, insanlık tarihinin çok ve en son büyük medeniyet kırılması ve medeniyet değiştirme icadı olarak hayatımıza girdi. Aklımızı ve bilme kapasitemizi sıfırlayan bu ucube veriler yığını ülkelerin millî güvenliğini, kültürel kodlarını, dinî ve insanî aidiyetlerini hesaba katmadan “tek tipçi” bir algı oluşturuyor. Bu hükme nereden mi vardım? Türkiye Dil ve Edebiyat Derneğimizin uluslararası öğrencilere yönelik yaptığı “Türkiye’de Yaşamak” başlıklı yarışmaya farklı ülkelere, coğrafyalara, kıtalara, kültür ve inançlara mensup öğrenciler tarafından gönderilen “yapay zekâ” üretimi metinler neredeyse tek tipti. Başlıklar, ara başlıklar, konuları işleme biçimi aynı veya benzerdi. Bir Yeni Zelandalı ile Meksikalının veya bir Özbek ile Afrikalının aynı duygu ve hislerle yeni bir coğrafyada olması düşünülebilir mi? Yarım asırdan fazla bir zaman aralığında sosyal medya denilen yapının eğitip yönlendirerek mankurtlaştırdığı tefekkürden yoksun kopyala yapıştır cümlelerle yetişen nesil; bu yeni icatla bir okyanusta pusulasız şekilde yalpalayarak ilerlemeye çalışıyor. Başka bir ifade ile asırlar önce Eflatun’un Mağara’sında “çocukluktan beri zincire vurulmuş hepsi ne yerlerinde kıpırdamaları ne başlarını çevirmeleri kabil, yalnız karşılarını görüyorlar. Arkalarından ışık geliyor.. uzaktan, tepede yakılan bir ateşten. (…) Onlar için tek gerçek var: Gölgeler.” tanımladığından farklı bir noktada mıyız? İnsanlığın yeni gölgeler alemi: Sanal medya, yapay zekâ! Her çağ yeni bir mağara ve yeni gölgeler alemi üretiyor. Dijital çağın iletişim araçları beynimizi ve kalbimizi eylemsizliğe mahkûm etti. Yapay zekâ yazılımları ve teknolojisi güç odaklarını, muktedirleri, teknoloji endüstrisi sahiplerini dünyayı yeniden düzenleme ve çevreleme düşüncesine sevk etti. Dünyanın kıymetli temel madenlerinin olduğu topraklar, birilerinin sömürgecilik iştahını, orta çağ kolonyalizmi mimarlarının doyumsuzluğu ile eşitledi. Vahşi ve köleci akıl dünyaya ve insanlığa umut vermiyor. Dijital ân’da hafıza ve miras yok. Gönül, idrak ve merhamet yoksunu bir çağ için insan ile makine arasında da bir fark yok. İnsan artık varlığı ve hayatı beş duyu ile idrak etmekten yoksun. Duyularla kavrayışı olmayan insan, fiziki varlığıyla insan olsa da uyuşturan büyüklük hissinin, bilgili cahilliğin bir kurbanı artık. Burnun kulak, kulağın göz, temasın gönlü harekete geçirdiği ve muhayyileyi canlandırarak geçmiş zamanların birikimleriyle yarının hayalini kurmayı başaran gerçek insana her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Dijital karmaşada insanın insanlık vasıflarını yitirme noktasındayız. Bir ses, bir tat, bir koku insanın muhayyilesinde yeni bir dünya kuramıyorsa; insan, insana has vasıflarından uzaklaşmıştır. İnsan, kendine yabancıdır artık. Dijital dünyanın hediye ettiği ekranda koku yok. Dokunma ve temas hissi hiç yok. Gördüğün şey mağaradaki gölgeler. Hakikat de yok. Bir ağa bağlandığında bir şeye bağlandığını düşünüyorsa insan; mağaradaki gölgenin hakikatine inanmış ilk çağ insanından daha ahmak bir mağara zekâsına sahip. Ve Oruç Müslümanlar için oruç, merhum Sezai Karakoç’un “Samanyolunda Ziyafet” isimli eserinde tanımladığı hakikatin idrak edilmesi ile mümkündür. “Çocuklukta tutulan oruçlar gönülleri yıkayan bir kevser gibi ruhun yedeğinde ve çağın kirlerine karşı bir savunma şifası gibi durur. Kadir gecesinin gizli olması gerektir; çünkü: açık ve seçik olarak bir gecenin kutsallaştırılması, Allah’tan başka tanrı tanımama dini olan İslam’a uymazdı; İslam, değil bir insanın, bir gecenin bile putlaştırılmaması için gerekli temeli atmıştır. Ne mutlu meşalesi Kur’an olan bir ümmete!” O idrak kapasitesini yitiren insan, orucun ve dinin hakikatinden de kopmuştur. Dindarlık kültürünün zihinleri iğfal eden ve yasal ile helal arasındaki sınırları kaybeden insanın, “yeniden iman etmenin” anlamı üzerine düşünmesi gerek. Vahiy merkezli dini hakikati idrak eden ve bu hakikatin aydınlığında yaşayan ve yaşayacak olan, "[İnsanları] Allah’a çağıran, doğru ve adil olanı yapan ve ‘Şüphesiz ben Allah’a teslim olanlardanım! (Müslümanım)’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?" (Kuran:41/33).