Dil ve Edebiyat (188. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Temmuz - Ağustos arasında yaşarken
ÜZEYİR İLBAK
[email protected]
“Ne çok acı var?”
Sıcaklar, iklim değişikliği, zamansız yağmurlar, öngörülemeyen dolu yağışları… 15 Temmuz
İhaneti. Bu ihanet ne kadar, nasıl ve kimlerle ihanettir? İhaneti inşa eden zihin mensuplarının
her türlü iltifat ve ayrıcalığa münasip görülmesi nasıl bir dinî gelecek ve herkese göre
değişen bir dindarlık inşa ediyor? Ve Malazgirt’le Dumlupınar arasında yaşanan destansı zamanlar
ve bu zamanlardan bize kalan emanet. Tevarüs ettiğimiz tarihî hakikate ne kadarlık bir şuur ve
sadakatle tâbiyiz? Üzerine düşünmemiz gereken Temmuz ve Ağustos’tayız.
**
Kâmil Çakır
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği ailesi, 15 Temmuz 2024 günü yürütme kurulu toplantısında, kurulduğundan
beri tanıklık ettiği pek çok vefat ve hüznün en genç ve yakıcısını yaşadı. Toplantıda
kalp krizi geçiren Kâmil Çakır arkadaşımız 1968 doğumluydu. Yıllardır kalbinde bir sorun olduğunu
biliyorduk. Bu kadar ani ve yakıcı bir karşılaşmaya hazır değildik ancak bize: "Her can ölümü tadacaktır
[ve] sonunda herkes dönüp Bize gelecektir: İman edip doğru ve yararlı işler yapanları, mesken
olarak altlarından ırmaklar akan cennetteki köşklere koyacağız: ne güzel, emek sarf edenlere
verilen ödül!" (Kuran/29:57-58) hakikati öğretilmişti. Kâmil Çakır yüklendiği sorumluluğun gereğini
yaparak dünya nöbetini bitirdi. Dergi sayfalarında Rahmetli kardeşimize kıymetini anlamayı sağlayacak
ölçekte yer verdik. Allah yolculuğunu mübarek ve mekânını cennet eylesin. Aile efradına,
TDED mensubu arkadaşlarımıza ve cümle dostlarına sabrı cemil dileriz.
**
Ferit Edgü
Bir yazar öldü. Bu ülkenin meselelerine belki başka bir zaviyeden bakıyordu; ama o bu ülkenin ve
bu toprağın insanıydı. Ferit Edgü, Bir Gemide isimli eserinde ülkemizin gerçekliğini şu satırlarla
yazdı: “Öyle görülüyor, diye tekrarladı. Doğrusunu isterseniz bundan daha doğal da bir şey olamaz.
Gencimiz, yaşlımız, hepimiz aynı durumdayız. Bu geminin üstündeyiz. Adı belleğimizin derinliklerinde
silinmiş bu geminin üstündeyiz. Hoş adını bilsek de neye yarar? Ne nereye gittiğimizi biliyoruz
ne niçin gittiğimizi. Yiyip, içip, yatıyoruz.” “O” diye bir roman yazdı “Hakkari’de Bir Mevsim” olup
beyaz perdede o yılların Anadolu gerçeğini bütün çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Melih Cevdet Anday’ın
ifadesiyle “O’nu (Hakkâri’de Bir Mevsim) sadece gerçekçi bir roman olarak saymak yetmez,
gerçeğin inanılmaz bir düşe dönüştüğü şaşırtıcı bir öyküdür bu.” diye nitelediği ama bizim gibi o
topraklarda yaşayanlar için sert, çarpıcı, gerçekçi ve bölge gerçeklerini yalın bir dille önümüze
koyan bir hakikatti.
Hikâye, roman, deneme, şiir, anı, biyografi, çocuk kitabı ve senaryo türünde birçok esere imza
atan sanatçı, 1976-1990 yılları arasında kurucusu olduğu Ada Yayınları'nda, çağdaş Türk ve dünya
yazar ve şairlerinin eserlerini yayımladı. Edgü, "Bir Gemide" kitabıyla 1979'da "Sait Faik Hikâye
Armağanı" ve "Ders Notları" eseriyle "Türk Dil Kurumu" ödüllerine, "Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı"
kitabıyla da 1988'de "Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü"ne layık görüldü.1936'da İstanbul'da dünyaya
gelen Edgü, Temmuz 2024'te aynı şehirde hayata gözlerini yumdu. İnandığınca yarlıgana…
ABD’de Seçilenler, Soykırımı Ayakta Alkışladı
İnsanlık tarihi, tarihte eşine rastlanmayan insanlık onurunu aşağılayan bir olaya tanıklık etti. 1945
yılında kurulduğundan beri Filistin topraklarında, Kudüs’te, Gazze’de… masum insanları katleden,
yerleşimci adı altında masum insanların evlerini gasp eden, direnenleri evleriyle birlikte toprak
yığınına dönüştüren hatta ABD'li barış aktivisti Raşel Kori’yi (Rachel Corrie) Filistinli bir ailenin
evinin yıkılmasını önlemek isterken Siyonist İsrail buldozeriyle ezerek öldüren vahşi devletin son
soykırımcı başkanı B. Netanyahu; ABD temsilciler Meclisi’nde yalan ve algı üzerine kurgulanmış bir
konuşma yaptı ve dakikalarca ayakta alkışlandı.
7 Ekim 2023 tarihinden beri aralıksız bebek ve kadınlar başta olmak üzere masum insanları Hitler
yöntemlerini kullanarak dünyanın gözleri önünde vahşice katleden, soykırım yapan ve kalplerinde
hâlâ insanlıktan bir iz taşıyan yargıçlar tarafından tutuklama kararı çıkarılan bir yalancı, ABD’de
seçilenlere hitap etti. Seçilenler alkışlarken Netanyahu’nun servis ettiği masum kanları alkış için
birbirine çarpan ellerden insanlıktan nasibi kalmamış insanların yüzüne sıçradı.
B. Netanyahu’yu ABD temsilciler meclisinde ağırlayarak akıttığı masum kanını, insanlığa ihaneti,
zulmü meşrulaştırmak için ayakta alkışlayan azmettirici, silah ve mermi tedarikçisi ABD kongre
üyelerinin her biri insan haklarını, insanlık şeref ve haysiyetini, uluslararası savaş hukukunu Siyonizm
idealleri için yok etti.
Yıllar önce Malklom (Malclom) X ana hatları ile Amerika’nın adalet anlayışını şöyle tarif etmişti:
“Kurbana saldırdılar. Sonra kurbana saldıran suçlu; kurbanı kendisine saldırmakla suçladı. İşte
Amerika adaleti ve demokrasisi budur.”
Alkışları kalplerindeki korkunun sesi, masum çocukların çığlığı olarak yeryüzünde karşılık buldu.
Korkularını, utançlarını, onursuzluklarını bastırmak için Siyonist teröristi alkışlayan her temsilciler
meclisi üyesini insanlar ve insanlık adına lanetliyorum.
**
Hoca, efendi, sadakat ve kopuş: FETÖ zihniyeti bitti mi?
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden bunca zaman geçtikten sonra bu darbeyi hazırlayan yapının/
yapıların felsefesi, birikimi, ait oldukları kültürel iklim, beslendikleri kaynaklar, dindar görünmelerini
sağlayan ancak sahih kaynaklardan türetildiği iddia edilen kültüre yaslandığı tez ve
anlayış üzerine kayda değer bir çalışma yapıldığı kanaatinde değilim. Hâlâ günü birlik güvenlik ve
polisiye müdahalelerle o topluluk ve çevreleriyle yolu kesişmiş çer çöp toplamakla meşgulüz. Ancak
benzerlerinden bir kısmı halâ kamu imkânlarından yararlandırılmakta ve takip edilen deşifre olmuş
FETÖ mensuplarının bir kısmı kendilerine benzer yapılara sızarak ve kısmen onlarla benzeşerek
varlığını sürdürüyor. Hatta varlığını idame ettirdiği yeni alanlarında bukalemunlaşarak güçlenmeye
ve mehdilerinin zuhur edeceğine inanmaya devam ediyorlar.
Mesihçi, efendici, üretilmiş kutsal kimliklerle takdis edilmişlerin yolundan gidenlerin bir kısmı tasfiye
edilirken bir kısmına da ayrıcalıklar ve imtiyazlar tanınarak kollayıp kollanarak korunmaya
devam ediliyor. Tıpkı “ehli secde” diyerek FETÖ’ye tanınan imtiyazlar gibi. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır.
Onların derneklerinden referans alamayanlar -referans almanın şartı "himmet" olarak
nitelenen zorunlu bağıştı- yurt dışında iş yapamıyorlardı. Bugün de benzer mesihçi ve efendici
kimi cemaatler aynı imtiyazları farklı bakanlık ve kurumlarda kullanmaya devam ediyorlar. Kimin
nasıl bir kültürel dindarlık ikliminde yaşadığından çok, o kişinin kurumsal bir yapı içinde toplulaşarak
bulundukları kurumun imkânlarından nemalanmaları tehlike arz ediyor. Devlet aklı bu tür
yapıların yasal kimlikleriyle aidiyetlerinin bilineceği, mensup oldukları kurum hesaplarının şeffaf
ve denetlenebilir olduğu yasal bir çerçeve gerektirir -1970’li yıllarda birkaç haneli bir köyde birkaç
milyonla başlayan toplulaşmanın bugün holdingleşerek ulaştığı sermaye birikiminin kaynağı bilinen
bir bilinmez.
Dinî geleneğin tarihin bir kesitinde farklı inanç ve düşüncelerle karşılaşarak yeni yorumlarla yeni
bir kültürel alan ürettiğini biliyoruz. Nas, akıl, kıyas ve icma ekseninde inşa olunan dinî yorumlar
farklı yöntem ve yollar olarak yaşanırken; Batınî ve tasavvufî yeni yorumlar da farklı kültürel bir
alan inşa etti. Burada bu tartışmayı açmanın imkânı yok. Dinî veriler etrafında ortaya çıkan ve
kültüre dönüşen akımları din yerine ikame eden hareketler; zamanla kültürlerini din olarak benimsediler
ve buna aykırı beyanları din dışı ilan ederek cemaat/loca/loncalara dönüştüler. İnançları
bilimsel kavramlarla açıklama geleneğine yaslanan spiritüel ve ruhçu gruplar, “dinler arası diyalog”
başlığı altında modern Siyonist-Evanjelist anlayışa sadakatle fikirler üretmeye ve her alanda paralel
yapılar kurmaya başladılar.
15 Temmuz darbe girişimi Batınî bir anlayışın boyutlarını ortaya çıkarması bakımından önemliydi.
Ancak benzeri yapıları besleyen anlayış, kültürel iklim, yaslandığı gelenek sorgulanmadan tek alana
yoğunlaşılarak bir mücadele yapıldı. Darbe girişiminde bulunan grubun değerler hiyerarşisine bakıldığında
ve Diyanet İşleri Başkanlığının yayımladığı “KENDİ DİLİNDEN FETÖ: ÖRGÜTLÜ BİR DİN
İSTİSMARI” kitapçığı incelendiğinde “Mesih’in merkebi ve Ashab-ı Kehf’in kıtmiri (köpeği)” olarak
kendilerini tarif ederek sundukları tevazu ile kibirlerini gizleyen, Kuran’ın bildirdiğinin aksine “gayb
âlemini bilen, Allah’la doğrudan konuşan, Peygamberleri meclisinde ağırlayan, ölmüş din büyükleriyle
görüşen” spiritüel-ezoterik cemaat liderlerinin aramızda yaşamaya devam ettiklerini ve “din,
ticaret, cemaat, sadakat, itaat” düsturlarıyla güç devşirmeyi sürdürdüklerini görürüz.
Basit bir mantıkla aynı gelenekten beslenen ve aynı eserleri okuyarak hayatlarını inşa edenler arasında
neden bir irtibat kurularak tedbir alınmaz? Biliriz ki kışla, öğrenci yurdu, okul yemekhanesi…
gibi toplu yerlerde aynı malzeme ile yapılmış bir yemeği tüketerek zehirlenenler arasında ayırım
yapılmaksızın tedavi altına alınırlar. Bir ikisi müşahede altına alınıp tamamının tedavi olduğu varsayılmaz.
Batınî din ve kültürel geleneğin kaynaklarından beslenen, tarih boyunca aynı metinleri
okuyarak toplumu iğfal edenler neden birlikte zehirlendikleriyle müşahede altına alınarak gözden
geçirilmezler ve tedavi edilmezler? Bu anlaşılabilir bir şey değil. FETÖ’nün kültürel birikimini tevarüs
ettiği eserlerden beslenenler son olarak Mehdi’yi Gazze’ye de çağırdılar. Mesihçi geleneği
tevarüs ettikleri İsrailiyat’ın asıl sahipleri ile savaşa çağırılan Mehdi, hangi yalanın sahici sahibi
olabilirdi? Kişi, beslendiği coğrafyanın inanç ve kültürünü taşır. Marksistler, Edım Simit’in (Adam
Smith) “Ulusların Zenginliği”ni okuyarak komünist olmazlar. Kimin, kimleri okuyarak hangi “sahih”
inanca ya da “yaşama biçimine ulaştığına” iyi bakmak gerek.
Sonuç olarak “zamanın yenileyicisi, müceddit” gibi efendilerin egemen olduğu anlayışlara tâbi loca
mensuplarını “alnı secdede” retoriği ile aklama çağını geçmiş olmak gerek. Sızarak yerleşen ve yerleştiği
yerde ihaneti hak gören, aklı birilerine emanet yapılara mensup kişilerin birbirini kollamak
ve güçlenmek için gerektiğinde hak ihlallerinde bulunmaları, adalet kurumunu kullanmaları kabul
edilemez. Siyonist-evanjelislerin mesihçi/mehdici/kurtarıcı ideolojisini dinî kavramlarla ambalajlayarak
anlattıkları menkıbelerle insanları dinî hakikatlerden kopararak rüya ikliminde yaşatanlar,
“ehli secde” olarak korundukça Selçuklu dönemi Hasan Sabbah’ın Haşhaşileri ile Osmanlı dönemindeki
Sivasîler mensuplarının ideolojileri yaşatılmaya devam ediyor demektir. Aynı kaptan yiyenlerden
biri zehirlendiyse diğerlerini de müşahede altında tutmamak gerek. FETÖ, yapısı ve kimliği
ile somut bir loca ve cemaat değil; tevarüs ettiği ve yaslandığı mesihçi/mesiyanik bir zihniyettir.
Bir haşere gurubu yok edilse de kaynakları kamu kurumları ve vakıflar eliyle basılarak okunmaya
devam ediyor.
**
Bu vesileyle aziz kardeşim Erol Olçok ve evladı Abdullah Tayyip başta olmak üzere FETÖ ihanet
çetesinin şehit ettiği kardeşlerime, bu aziz ülke yaşasın diye Malazgirt’te toprağa düşen ilk şehit ile
Çanakkale’de “alnından vurulan Bedr’in arslanlarına”, Dumlupınar’da sel olup İzmir’de bayrak çeken
gazilere ve hâlen Suriye’de, Irak’ta şehit olan üniformalı ve isimsiz kahramanlara rahmet diliyorum.